Deneyimli gazeteci ve yazar Soner Yalçın, Odatv’deki son köşe yazılarında, Türkiye’nin ve dünyanın içinde bulunduğu toplumsal, siyasal ve etik sorunlara çarpıcı bir perspektiften yaklaşıyor. Durkheim’in sosyolojisinden modern medya etiğine, dezenformasyonun yayılmasından ‘afetif kutuplaşma’ olgusuna kadar geniş bir yelpazede analizler sunan Yalçın, okuyucuları derin düşüncelere sevk ediyor.
Durkheim’in Reçetesi: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Toplumsal Dayanışma
Soner Yalçın, yazılarında Fransız sosyolog Émile Durkheim’in toplumsal dayanışma kavramını Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e uzanan bir tarihsel bağlamda inceliyor. Durkheim’e göre toplumu bir arada tutan, yasalar veya baskıdan ziyade insanların birbirine olan bağlılığı, yani ‘ben’ yerine ‘biz’ duygusu. Modern toplumda birliğin farklılıkların birbirine bağlı olmasıyla sağlandığını savunan Durkheim, dayanışma olmazsa ‘anomi’ (kuralsızlık, güvensizlik) sonucu toplumsal çözülme yaşanacağını belirtir.
Osmanlı münevverleri, devleti ve toplumu ayakta tutacak bir reçete olarak gördükleri Durkheimci dayanışmayı uygulamakta neden başarılı olamadı? Yalçın’a göre temel sorun, toplumsal dayanışma için yeterli zamanın ve maddi koşulların olmamasıydı. Parçalı dil, din ve etnik yapısı olan Osmanlı’da din bile birleştirici değil, ayrıştırıcı bir unsur haline geldi. Cumhuriyet, bireyden çok milleti önceleyerek, eğitim, hukuk ve dil gibi alanlarda kültürel ayrışmayı durdurmayı başardı. Ancak Yalçın’ın vurguladığı gibi, ‘dayanışma’ içselleşmek yerine dayatıldı ve ekonomik eşitsizlikler, bölgesel farklar gibi sorunlar ‘cehalet’ gibi etiketlerle açıklandı. Günümüzde de güvensizlik ve kutuplaşmanın derinleştiğini belirten Yalçın, Durkheim’in reçetesinin Türkiye için ‘tedavi edici’ olamadığını ileri sürüyor.
Medyanın Yeni Pornografisi: Mahremiyetin Teşhiri ve Ahlak Bekçiliği
Soner Yalçın, bir diğer yazısında Umberto Eco, Guy Debord ve Jean Baudrillard gibi düşünürlerin medya ve ‘özel hayatın teşhiri’ üzerine yaptığı çarpıcı tespitleri güncel bir örnekle ele alıyor. Bu düşünürlere göre, özel hayatın rıza dışı ve sansasyonel bir şekilde vitrine çıkarılması, cinsellikten bağımsız olarak pornografiktir. Çünkü bu, mahremiyeti metalaştırır ve her şeyin aşırı görünür hale gelmesiyle anlamı yok eder.
Yalçın, tutuklu gazeteci Mehmet Akif Ersoy’un özel hayatının ‘uyuşturucu-grup seks’ iddiaları üzerinden sürekli teşhir edilmesini bu bağlamda değerlendiriyor. Ona göre, ‘ahlak bekçiliği’ yaptığını iddia edenler, aslında en pornografik dili üretiyor ve kapitalist tüketim ahlakının ‘yozlaşmış gösteri sanatı’na hizmet ediyorlar. Bu durumun, düne kadar eleştirilen ‘seküler magazin dili’nden çok, ‘muhafazakâr dilin pornografikleşmesi’ olduğunu vurguluyor. Mehmet Akif Ersoy olayına ilişkin detaylara Mehmet Akif Ersoy da Gözaltında başlıklı haberimizden, Habertürk’teki gelişmeler hakkında ise TMSF Yönetimindeki Habertürk’te Şok Video Skandalı! başlıklı içeriğimizden ulaşabilirsiniz. Ayrıca, bu tür olayların arkasındaki siyasi gerilimlere dair Binali Yıldırım’ın Kardeşi İlhami Yıldırım: Uyuşturucu Operasyonu ve Siyasi Gerilim haberimizi de inceleyebilirsiniz.
Yalçın, bu dilin topluma yerleşmesinin, özel hayatı devlet dışı bir cezalandırma alanına dönüştürdüğünü, ahlakın evrensel bir ilke olmaktan çıkıp ‘bizden olmayanı’ yok etmenin aracı haline geldiğini belirtiyor. Bu süreçte muhafazakârlığın değer savunuculuğu yapamaz hale geldiğini ve sadece tarafını savunduğunu ekliyor.
Afetif Kutuplaşma ve Dezenformasyon: Güvensizlik Salgını
Soner Yalçın, üçüncü yazısında Türkiye’deki ‘afetif kutuplaşma’ (duygusal kutuplaşma) sorununa odaklanıyor. Bu, insanların fikirler üzerinden değil, ‘kimi seviyorsunuz, kimden nefret ediyorsunuz’ gibi duygular üzerinden ayrışmasıdır. Yalçın, Türkiye‘de sosyal medyada yanlış bilgi ve bilinçli yalan üretiminin her geçen yıl arttığını, bunun temel sebebinin zayıf medya okuryazarlığı olduğunu vurguluyor.
MIT-Science dergisinin araştırmasına göre, yalan haberler doğru haberlerden 6 kat daha hızlı yayılıyor çünkü daha politik, daha şaşırtıcı ve daha duygusal. İnsanlar yalanı bilmedikleri için değil, kimliklerini ve aidiyetlerini korumak için paylaşıyor. Yalçın’a göre, sorun yanlış bilginin varlığı değil, doğru bilginin güvenilirliğinin çökmesi. Yalan güçlü olduğu için değil, doğru zayıf bırakıldığı için yayılıyor. Daha da tehlikelisi, kamu destekli dezenformasyonun bu çöküşte büyük etkisi var. Trol ağları, organize sosyal medya grupları ve kamuya yakın görünen hesaplar aracılığıyla yanlış bilgi üretimi ve yayılması tehlikeli boyutlara ulaştı. Bu durumda, kamu yanlısı yanlış bilgi serbestçe dolaşırken, kamu karşıtı doğru bilgi riskli hale geliyor, eleştiri ‘tehdit’ veya ‘ihanet’ olarak görülüyor.
Yalçın, bu durumun Türkiye‘nin ‘ruh hali’ni yansıttığını, güvensizlik salgını yarattığını ve siyasetin salt ahlaki kimliğe dönüştürülerek orta alanın yok edildiğini ifade ediyor. Bu tür siyaset anlayışı, tarafları birbirini ‘yanlış’ değil, ‘tehlikeli’ görmeye itiyor ve ülke için büyük bir gündem oluşturuyor.
Soner Yalçın’ın Analizlerinden Öne Çıkanlar:
- Durkheim’in toplumsal dayanışma teorisinin Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde farklı nedenlerle tam anlamıyla uygulanamaması.
- Medyanın ‘ahlak bekçiliği’ adı altında özel hayatın detaylarını teşhir etmesinin, aslında bir tür pornografik dil üretimi olduğu tespiti.
- Türkiye’de artan dezenformasyon ve ‘afetif kutuplaşma’nın, fikir ayrılığı yerine kimlik ayrılığına yol açarak toplumsal güveni zayıflatması.
- ‘Biz ve onlar’ ayrımının, yalanların sorgulanmadan kabul edilmesine ve muhalif bilginin peşinen reddedilmesine neden olması.
- Kamu destekli dezenformasyonun kısa vadede iktidarı güçlendirse de orta ve uzun vadede devleti zayıflatması riski.

Bir yanıt yazın